Cumartesi günü uzun zamandır ayrılmadığım Sinop ilimden, bazı çalışmalar ve eğitimler için Ankara Kızılcahamam'da lüks bir termal otele gitmek üzere yola çıktım. Sinop'tan Kızılcahamam'a direkt otobüs, tren veya uçak olmadığı için karayolu tek seçeneğimizdi. Aynı zamanda, 20 yıldır AK Partili arkadaşlarımın ve teşkilatının öve öve bitiremediği o otoyolları ve tünelleri de görme fırsatım olacaktı.
Saat 13.00'te eşimi de yanıma alarak yola çıktık. Cumartesi pazarından aldığımız beş kilo can eriği, Telekom'un önünden Fatma ve Kastamonu'dan bir öğrenci arkadaşımız da bize katıldı. Navigasyondaki sesin bizi yönlendirdiği güzergahtan, arada yolumuzu şaşırıp Çankırı'ya kadar gitmiş olsak da, kazasız belasız dediğimiz zamanda otelimize ulaştık. Otel, iki dağın arasına kurulmuş, Sinop ile kıyaslandığında "beş para etmeyecek" iki kayalık tepenin arasında bir yerdi. Ancak o kadar güzel bir yatırım ve çalışma yapmışlar ki, bu "beş para etmeyecek" yere öyle güzel bir tesis kurmuşlar ki; sıcak sulu havuzları, süper temiz odaları, saunaları, restoranları, toplantı salonları ve hatta çalışanları mükemmeldi, neredeyse kusursuz denebilecek bir tesis.
Amacım reklam yapmak değil, bu yüzden adını yazmayacağım. Çalışmalarımızı yaptık, işimizi bitirdik. Tüm ricalara ve güzelliklere rağmen akşam kalmak yerine, 400 kilometreyi yolda geçirip gece Sinop'ta yatağımda uyumayı tercih ettim. Saat 19.30'da otelden çıktık ve gece saat 00.00 olduğunda Korucuk Total benzinliğine ulaşmıştım. Yolda ihtiyaç için yaklaşık 30 dakika harcadık, gerisi direksiyonda geçti ve dört saatte evime ulaştım. Evet, AK Partili arkadaşların öve öve bitiremediği o otoyollardan geldim. Yirmi yıl önceki ile bugünkü farkı, görmeyi bırakın, kör bile görebilecek kadar belirgin. Yol kısalmış, genişlemiş, tabelalar konmuş, hatta Ilgaz, Tüneli, Kargı yolu gibi seçenekler bile var. İşini yapana bir teşekkür ve sağ olsun sözü yeterli; görevlerini yapsınlar tabii.
Eve geldim, iki saat televizyon izledim, haberlere baktım, civcivlerin suyunu verdim ve yattım. Sabah namazı için kalktığımda ise musluklardan su akmıyordu. Deminden beri hizmeti, kaliteyi, hiçbir güzelliği olmayan iki dağın arasındaki termal oteli ve onun güzelliğini anlatmakla bitiremediğimiz Sinop gibi bir yeri yazdım. Üç yanı denizlerle çevrili, bir yanı Akdeniz, bir yanı Karadeniz iklimine sahip o güzelim yer Sinop'a gel, akşam yat, sabah kalk ve en doğal hakkın olan, gramına bile para ödeyerek satın aldığın su yok. Dolayısıyla abdest yok, namaz yok, sabah kahvaltısı yok, tuvalet yok. Şimdi köye gidip sular gelene kadar oradan su kullanacağım; suyum var, kuyum var, depom var. Peki ya olmayanlar bu sıkıntıya mahkum? Neden bırakılıyoruz?
Mevcut belediye başkanını bu konudan ayrı tutuyorum çünkü bu altyapıda onun bir kusuru yok, o da bizim gibi evinde şu an suyu yoktur. Ama bu su borularını Sinop'a alırken yolları yarıp yerin altına döşerken, onun kaynağını yapan, onun çalışmasını eksik yapan, öte yandan 100 TL'lik işi usulsüz ihalelerle 80 TL'ye ucuz olduğu için yaptıran ve o 20 TL'lik zararını karşılamak için kanalın içine kum yerine hafriyatta ne varsa koyan, kaynağı argon yerine bazik elektrotla dışına izolasyon yerini açıkta bırakıp korozyonla genleşme kısımlarına dikkat etmeyerek o milyarlarca liralık yatırımı boşa çıkaranlara da bir teşekkür etmemek olmaz. Bu bizim devletimizin kusuru. Kontrol eden dahi neyi kontrol ettiğini bilmiyor, şartnamede bile tam olarak bu ince ayrıntılar yok. Ama bu ince ayrıntılar, iki dağın arasını mükemmel, Sinop gibi güzel bir yeri de yaşanmaz yapıyor.